KIRKBİR - BEN NASIL GÖRDÜM?
Görmek, evrenin yalnızca
yaşananlardan ibaret olmadığını hatırlamamıza yardım eder. Işığın her ihtimali
-olanı ve olması gerekeni- açık ettiği gibi gözlerimiz de o ihtimallerin
varlığını gösterir. İstediğimiz işe, eve, özgürlüğe sahip değilken etrafımıza
bakınmaya iter. Birlikte olmayı dilediğimiz insanlardan uzaktayken onların bir
yerlerde var olduğunu hissettirir. Zor bir gecenin ardından güneşle
karşılaştığımızda, yabancısı olduğumuz bir yolda ağaçlarla bakıştığımızda
hissettiğimiz gibi çözüm bir yerlerde hep saklıdır. Öyleyse ışığı kaybetmek ve tümüyle karanlığa
boğulmak cevapların, olasılıkların ve kalabalıkların silikleşmesine sebep
olur. Tüm bunları yitirirken umutlar
dinç kalabilir mi?
Kırkbir, ışığa karşı
verilen bir savaşı konu alır. Gücü elinde tutanlar karanlığın askerleriyle ışığı topraklarından sürmüştür. Gökyüzü
dahi simsiyah bir örtüyle kapatılmıştır. Işık; şeytanın bir aracı kabul
edilmiş, lanetlenmiştir. Artık kapalı kapılar ardında yalnızca ışığı lanetleyen
güçlü insanların evi aydınlıktır. Halkın gören gözleriyse tüm işlevini
yitirivermiştir. Bize yaşananları kocasını ve çocuğunu savaşta yitiren bir
kadın anlatır. Çoğunluğun bu yeni düzeni kabulüne karşın o, ışığı özler ve arar.
Öyle ki ışıksızlık, yaşamı unutmasına sebep olmuştur. Onun gibi ışığı
arayanları göremez, yalnız olup olmadığını dahi bilemez haldedir. Karanlığın
içinde geleceği düşlemek zorlaşır. Bir kibrit kutusunu ele geçirmek
inandıklarını anımsaması için şart olur. Kibrit kutusunu almasına alır fakat
yakalanmasıyla gözlerinin dağlanmasına karar verilir. Cezasını beklerken elinde
41 kibritiyle ışığa veda eder. Seyirci de karanlığın içinde bu vedaya -yalnızca
41 kibritin izin verdiği sürece- tanık olur. Oyun, ışığı simgeleştirerek itaati
ve hayali düşmanlar yaratan dikta rejimlerini eleştirir elbette. Fakat oyunla
ilgili daha ilginç olan karanlığın kolayca hissettirdiği kaybolmuşluk halidir.
Herkes tarafından yanlışın kabul gördüğü bir yerde gerçekten doğrular
kaybolmaya, umudun üstüne toprak atılmaya başlar. Karanlığın bir başka halidir
bu. Böyle bir yerde gerçek olana bağlı kalmak zorlu, onlardan vazgeçmemek daha
da zorludur. Kırkbir, düzene ayak uydurmayan bir karakter sunar ve onu
kurtaracak bir yol çizmez. Karakterimiz için karanlık yerini görmeyen gözlere
bırakır. Karanlığı kabul etmek yerine ona tümüyle mecbur edilir. Elbette itaat
etmek ve mahkum edilmek arasında büyük bir ayrım bulunur: bu mecbur ediliş
ışığın düşüne sahip çıkmak anlamına da gelmektedir.
Kırkbir, Altkat
tarafından sahneleniyor ve alternatif tiyatro sahnelerine adım atmak için güzel
bir seçenek. Sahne tümüyle karanlık içinde seyirciyi karşılıyor, oyun boyunca
kibritlerin aydınlattığı kadar alanı görüyoruz. Kırkbir'in metni Harun
Güzeloğlu'na ait ve tek kişilik oyunda Müge Saut'u izliyoruz. İktidarın
propaganda şarkılarını Cem Yarkın gitarıyla sahneliyor. Bu şarkıların besteleri
iktidarın soğukluğuyla bir miktar tezat düşüyor. Daha sert -belki ürkütücü-
şarkılar Kırkbir'e yakışabilirdi.
Beslenilen umudun
haklılığı neticelerle kıyaslanır. Şayet umut ettiklerinizle hep uzak
düşüyorsanız ayakları yere basmayan inançlarınız olduğu düşünülür. Peki
doğrularımız adına ümit besleyebilmek için onların gerçekçi olması gerekli
midir? Ya da bizim umutlu oluşumuz gerçekleri -küçük bir nokta kadar dahi-
değiştirme gücü taşımaz mı? İnsan her gün karşınıza çıkanlara kendi
cevaplarıyla anlam kazandırır. Yaşadıklarımız aynı olsa bile hissettiklerimiz
bambaşkadır. Kendi bakış açımızla çerçevelediğimiz yaşamda umutla ya da
yorgunlukla tuttuğumuz yollar hep bir yerlere varmak içindir. Varılan yer kötü
dahi olsa umudun verdiği çabayla atılan adımlar yolculuğu ve haliyle bütünlüğü
değiştirir. Gördüklerimizin ve yaşadıklarımızın ötesinde her daim ümit etmeyi
öğrendiğimiz günler olsun!
İçten gelen not: Tanju Duru-Raylar Boyunca
Yorumlar
Yorum Gönderme