DÜNYANIN EN GÜZEL ARABİSTANI - BEN NASIL GÖRDÜM?
Yüksek binaların arasında, birbirimizin asık suratlarını
karşıladığımız otobüslerde ve yalnızca sesini duyduğumuz komşularımızda can
sıkıcı bir buhran hali bulur, Turgut Uyar. Dünyanın En Güzel Arabistanı ile
Yekta’nın sesini duyurur. Akçaburgazlı Yekta ise, ona duygusuzluğu ve
kavuşamadıklarını hatırlatan binalardan bahis açar. O, şehirlerin insanın
yalnızlığını ayyuka çıkardığını söyler. “Yalnızlığım
birden evlere sokaklara çarptı, büzüldü
çirkinleşti kıvrıldı, Akçaburgaz’da mutluydum onunla.” der. Caddelere
sığdıramadığı ıssızlığı ile başa çıkamaz. Bu sebeple sevme fiilinin kendisini
mesele edinir. Çünkü onu bu halden çıkaracak olanın bir başkası olduğunu
düşünür. Ekip Tiyatrosu’ndan izlediğimiz Dünyanın En Güzel Arabistanı; Yekta’da
kadınlardan, aşktan ve gökyüzünden kalan izleri anlatır.
Dünyanın En Güzel Arabistanı’nı en çok da birçoğumuzda
yer eden ve bir köşe başında duvarda yazılı görebileceğimiz o cümleyle tanırız:
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım!
Turgut Uyar’ın kitabı insani bir bocalamayı, kimsesizliği ve başkalarının
getirdiği ümidi işler. Tiyatroya ise Yekta’nın hikâyesi olarak uyarlanıyor.
Yekta bizi içeri buyur ederek oyuna başlıyor. Sonrasında aşklarından söz
ediyor. Her âşık oluşunda hayatın anlamına ulaşıveriyor. Sonra yeniden
yalnızlığı ile baş başa kalıyor. Kadınları ve kadınların onda bıraktıklarını
bol bol düşünüyor. Naifliği ile göze çarpan Yekta, aslında hem ürkek hem de
cesur görünüyor. Ürkek, çünkü var olanları sindirmekte ve yaşamakta güçlük
çekiyor. Cesur, çünkü inatla insanların sevmeyi beceremediğini dile getiriyor. Cem
Uslu, bu dengeyi o kadar güzel taşıyor ki bizi Yekta’nın bir yerlerde var olduğuna
inandırıyor. Yekta çokça kadınlardan bahsederken kadını yerleştirdiği yer
oldukça ilginç. Bir yandan kara
bulutlarını dağıtacak kurtarıcının bir kadın olduğuna inanıyor. Diğer yandan
ise gözünde sanki kadın yalnız âşık
olunan olarak yer buluyor. Elbette bunu ayrımcı bir tutumdan çok dönemin
havasıyla edindiğini de hissediyoruz. Oyun, bütününde bireyin bitmek bilmeyen
arayışını anlatıyor. Sürekli tutunulan ve sağlam olmayan dallardan söz
ediliyor. Yekta, insanları irdelerken ve onlara büyük manalar yüklerken
yanıldığını fark ediyor ve ekliyor:
“..Ama ben onların ölümlü, yanılgan insan,
Geçen ve bir
daha geri gelmeyen bir rüzgâr
olduklarını
unuttum.
Çünkü
unutmak bana göreydi.
Çünkü ben de
ölümlüydüm. Ben, Yekta, bunu pek hoş buluyordum.”
Bir çıkış ya da sonuç sunmak için değil, yalnızca
savruluşumuzu paylaşalım diye anlatıyor bunları. Sabahattin Ali’nin “İnsanlara
ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.” cümlesini
anımsatarak Yekta, insanlarda çareyi aradıkça içinde olduğu şeye de daha yabancı kalıyor. Öyle ki o, bu durumdan çıkacağına inanıyor gibi görünmüyor.
Öylece, kendi suyunda akmaya devam ediyor.
Dünyanın
En Güzel Arabistanı’nın yönetmenliğini Mirza Metin yapıyor. Kenarlarda binaların, Akçaburgaz’ın, kafesteki
kanaryanın, kapıların maketlerinden ve ortada duran Yekta’nın sandalyesinden
oluşan dekor, şiirlerin tekilliğine uygun düşüyor. Yekta'nın gözlediği,
büyüklüğünden içinde kaybolduğu şehir sahnede yalnızca ondan ibaret hale
geliyor. Kıyafetleri de renksizliğiyle onun yalınlığına katkıda bulunuyor. Sahne,
yalnız Yekta’nın sesini duyduğumuz oyunun dinginliği içinde duruyor. Cem Uslu’nun
oyunculuğu ise şiirlerin dizelerine olan bağımızı kuruyor. Çok içten ve duru
bir Yekta oluveriyor. Dünyanın En Güzel Arabistanı; zihinlerinde gürültü
koparan, kelimeler arasındaki duraksamalardan zevk duyan ve -tabii ki-
gökyüzüne bağlı olanlara hitap ediyor.
Tiyatroda
seyircinin önemi sorgulanan bir noktadır. Elbette salonu doldurmak seyirciyi
değerli kılar. Ama biletini alıp koltuğuna yerleşmenin ötesinde izleyiciye bir
rol düşer mi? Dünyanın En Güzel Arabistanı, bu rolün varlığını hissettiriyor.
Oyuncunun doğrudan seyirciye hitap ettiği, hikâyesini paylaştığı seyirci oyun
süresince varlığını koruyor. Sessizliklerin arasında karşısındaki insanların
gözüne bakan Yekta, gelenleri kendine ortak ediyor. Oyun süresince çokça hüzün
ve serzeniş paylaşılsa da bizde kalan tat Turgut Uyar’ın insanları severken
bulduğu umut oluyor. Yekta ile ilgili en güzel şey ise açığa vurduğu sevdaları…
Ekip Tiyatrosu’nun oyun tanıtıma koyduğu dizeler özetliyor bu hisleri:
"Sevmek
ve söylemek
Ardından
iyilik gelir ister istemez
Bir orman
buduyoruz uyanın farkına varın
Bir
kasırgaya karşı duruyoruz
Bitkice
değil şüphesiz ama tam insanca
Korkmayın dalgalardan
yılmayın
Çekin
kürekleri"
Öyleyse, yepyeni bir kıyıda buluştuğumuz günler olsun!
Yorumlar
Yorum Gönderme