GÖÇMENLEEEER - BEN NASIL GÖRDÜM?
“Dehşete açılan
gözler başkalarını kör edermiş, bilmez misin?”
“Gel, biz bunu
bilmeyelim.”
Mülteci olmak yolda olmayı ifade eder. Fakat bu yol tüm topraklar arasında bir eve asla ulaşmaz. Aidiyet duygusundan yoksun olmanın çaresizliğini düşünün. Yaşamdan
bu denli mahrum kalışı ne kadar algılayabiliyoruz? Yaşananları ne kadar
duyuyoruz? Mülteci sorununu ve Avrupa'nın ikircikli
tutumunu ele alan Göçmenleeeer, Dostlar Tiyatrosu'nun yeni oyunu olarak sahneye
çıkıyor. Tam da şimdi gözlerimizi açılmaya zorlamak gerekiyor.
Göçmenleeeer, Martei Visniec'in
kaleme aldığı, Genco Erkal'ın kolları sıvayıp hazır ettiği bir oyun. Avrupa, insan
haklarına olan hassasiyeti ile dünyaya ders verirken ölüme terk edilen hayatları
gösteriyor. Mültecilik meselesine değen farklı gerçeklik kesitlerinden
oluşuyor. Oyun boyunca insan kaçakçılığından kadın pazarlamaya, yönetimden
ticaret ağlarına uzanan göçmen manzaraları izliyoruz. Bu farklı hikâyelerin ana
karakterleri mültecilerin etrafını saran insanlar. Ekip, göçmenlerden daha çok
bu insanları sunarak eleştiriye -ki temel meseleleri de bu- odaklanıyor. Ancak Göçmenleeeer,
göstermeye çalıştığı tüm bu gerçeklikleri seyircinin yüzüne vurmalıyken bizi sıyırıp
geçiyor. Bu durumun ilk sebebi mültecilerin acılarını dolu dolu göremiyor olmamız.
Yaşananların çarpıcılığını görememek eleştirilerin de etkisini kırıyor. Oysa var
olan dram insanlara ulaşmak için güce çevrilebilirdi. Beni oyundan uzak kılan
diğer unsur ise mültecileri tanımlama şekli. Birçok mültecinin bize seslendiği sahnesiyle
oyun, mültecileri oldukça tek tipte, naif insanlar olarak sunuyor.
"Avrupalı gibi yaşamak istiyoruz, biz de köpeklerimizi gezdirmek
istiyoruz." diyorlar. Bu arzular dışa vurulurken oyun boyunca eleştirilenlere
kızgın, hayal kırıklığına uğramış bir karakterin varlığına ihtiyaç duydum. Bu
şekilde Göçmenleeeer, yaşadıklarını hak etmemiş olan mültecilerin isyanını sunmakta
yetersiz kalıyor.
Oyunun akışı içinde iki sahne öne
çıkıyor. Bunlardan ilki Genco Erkal'ın Avrupalı bir yönetici olarak konuşma
hazırlığı yaptığı sahnesi oluyor. Bu sahnede "politik doğruculuğun"
açtığı alanı ve çözümsüzlüğünü görüyoruz. Avrupa yönetimine seslenen bu kesit,
üstü kapalı olana ışık vuran bir güç taşıyor. Diğer bölüm ise Göçmenleeeer'in
en güçlü karakterini bize veriyor: Kıyıya vuran cesetleri gömen mezarcı. Mezarcı,
onun için rutinleşen dehşeti büyük bir dinginlikle anlatıyor. Tüm cesetlerin
küçücük bir adaya vurmasından veryansın ediyor. Cesetlerin sayısının neden
dalgalı günlerde arttığını açıklıyor. Yani, mezarcı tam olarak hikâyenin
görmediğimiz tarafından biri oluyor.
Doğru görünmenin doğru olanı yapmaktan
daha önemli olduğu bir zamanın içindeyiz. Belki çözüme de bundan uzağız. Mülteciler
açık bir yara olmaya devam ettikçe ona dair sesler değer kazanacak. Bu düşünceyle
hem Dostlar Tiyatrosu’nun hem de duyulması huzur vermeyen bu
seslere gelen kitlenin varlığı mutluluk verici. Genco Erkal ve mülteci
kelimeleri yan yana gelince beklenti çok büyüyor elbet, bu nedenle eksiklikler
daha çok göze çarpıyor. Fakat oyun bize göçmenlerin hak ettiklerini hatırlatmakta başarıya ulaşıyor. Yeryüzünün hepimiz için yuva olduğu günler olsun!
İçten gelen not: Sena Şener-Parya için hep gün öte.
Yorumlar
Yorum Gönderme