CİMRİ - BEN NASIL GÖRDÜM?
Varlık sahibi olmanın bir güç,
başkalarına güvenmemenin ise bir akıllılık olduğuna dair büyük bir inanç var.
Moliere, 1668’de yazdığı romanı Cimri ile bize bu algının yanlışlığını
gösteriyor. Oyunun ana karakteri Harpagon adında herkes tarafından pintiliği
ile tanınan sevgisiz bir adam. Paraya olan derin(!) sevgisi tüm hayatını kazanç
üzerine kurmasına sebep oluyor. Kızına eş seçerken en büyük kriterinin kızını
çeyizsiz vermek olmasından, oğluna kumarda kazandığı parayı faize yatırmadığı
için kızmasına kadar fazla bir karakter. Karakterin bu hali herkesi güldüren
dinamik bir oyun yaratıyor. Peki, bu güldürünün yarattığı anlam ne? Cimri’nin
güzelliği tam da bu noktada yatıyor. Karakter abartısı ile bir hayal ürünü
değil, çevremizde gördüğümüz varlık peşinde koşan büyük bir kesimin simgesel
hali. Ve Moliere bu simgeyle toplumun “Para eşittir güç.” algısıyla oynuyor.
Baş karakterimiz para tutkusuyla öylesine zavallılaşmış öylesine yalnızlaşmış
ki seyirci gülerek aslında aşağılıyor onu. Sevgiyi tadan diğer karakterlerimiz
ise gözümüzde çok daha saygın oluyor. Yani Moliere Cimri ile bize şöyle
sesleniyor: Saygı duyduğunuz ve belki de yerinde olmak istediğiniz o kişiler,
hayatın gerçek anlamını ve güzelliğini anlayamayan yanlış insanlar. Oyun
yalnızca cimri karakteri ile varlık düşkünü insanları kötülemiyor ayrıca
onların kendi mutluluklarını da baltaladığını gösteriyor. Bu bakış açısıyla
ilerlediğimiz zaman insanlara güvenmeme konusunda da aynı sonuçlara ulaşıyoruz.
Baş karakterimiz sevgi ve güveni yitirmiş yalnız bir hayat yaşarken diğer
insanların sevgiyi, bağlılığı ve merhameti taşıdığını görüyoruz. Harpagon'un
inandığı kadar bencil bir düzenin parçası olmadığımızı anlıyoruz. Moliere’in
küçük sözlerle işlediği düşüncelerden biri de güven duymayan kişinin kendine de
inancının kalmaması. -Cimri parası çalındığında şöyle feryat ediyor: Allah’ım
ben mi çaldım acaba paramı?- Kendimizi
sahip olduğumuz şeylerle tanımladığımız sürece ve tüm o maddeleri insanların
önüne koydukça saygın ve huzurlu olamayacağımızı anlayarak tiyatro salonundan
ayrılıyoruz.
Cimri uzunluğu ve yoğunluğu ile bir tiyatro ekibi için sergilemesi zor bir oyun. Bu
açıdan Semaver Kumpanya’ya fazlasıyla uyuyor. Çünkü tiyatronun hamurunda olan
enerjiye sahip olan bir grup olduklarını hissediyoruz. Aralarındaki uyum,
iletişimlerinin güçlülüğü de sahnenin ötesinden anlaşılıyor. Verdikleri
sıcaklıkla seyirciyi oyuna bağlıyorlar. Oyunculuklar beklentiyi karşılayan
seviyede. Oyunun merkezinde olan Serkan Keskin, Cimri'nin zavallılığını daha da
vurguluyor ki bunun metin açısından çok kritik olduğunu söyleyebiliriz.
Özellikle Harpagon'un etkileyici tiradını büyük bir zevkle izlettiriyor. Oyunun
ayrı parantez açılması gereken kişilerinden biri de: Sezin Bozacı. Oyunu tam
anlamıyla çekip çevirmesiyle başka oyunlarda kendini izleme hevesi oluşturuyor.
Olmadığı sahnelerde gözünüz onu arıyor diyebilirim. Genel anlamda gücünü metne
ve oyunculuklara dayandıran oyun, daha çok sezon görecek bir kalıcılığa sahip.
Bu oyundan ne kazandım? Oscar Wilde, kusursuz bir kişiliğe ahengini veren
şeyin huzur olduğunu söyler. Bu huzurun kendine saygı duymaktan geçtiğine
inanıyorum. Peki insan kendine nasıl saygı duyar? Diğer insanlar üzerinde
üstünlük kurarak değil elbette. Aksine birinin sevgisine layık olmak bir saygınlık
sebebi. Sevgi üretmenin yolu ise verici olmak. Öyleyse diyebiliriz ki almanın
değil, vermenin anlamını anladığımızda kendimizi sayarız. Ahengi yakaladığımız
günler olsun!
Yorumlar
Yorum Gönderme