ANTABUS - BEN NASIL GÖRDÜM?
Manevi yıkımın
boylarımızı aştığı yerde en güçlü sanat eserleri doğar. Kadın olma adına
yazılan, çizilen tüm eserler bu gerçeğin kanıtıdır. Kadın kelimesinin toplumdaki anlamı, birçok kadını kaldırılması zor
gerçeklere sürüklerken büyük bir farkındalık oluşturmak gerekiyor. Yarının
çocukları, ezmesin ve ezilmesin diye. Farkındalık oluşturma gücü ise hepimizde.
Bu gücü kullananların oyunu Antabus, tiyatronun sanıldığının ötesindeki
değerini kanıtlıyor. Antabus ilacının yan etkileri bulantı, bayılma hissi ve
baş dönmesiymiş, aynı uyarı oyun içinde geçerli.
Bazen bakarken
görmezsin. Karşından geçen arabayı, koşan çocukları ya da üzgün birini
görmezsin. Bazense her şeyin farkındasındır. Acı çeken ve yardım isteyen birini
görürsün. Ama çoğunlukla iki senaryoda da eylemlerin aynıdır: Yürümeye devam
etmek. Antabus, Seray Şahiner’in yazdığı aynı adlı romanının uyarlaması olarak
karşımıza çıkıyor. Leyla Taşçı’nın hikayesini, tek perde olan oyunda Nihal
Yalçın tek başına üstleniyor. Leyla’nın, İstanbul’a gelişi ile başlayan
hikayenin, üçüncü sayfa haberine dönüşünü izliyoruz. Oyunun en etkileyici
noktası, Leyla Taşçı gibi sesini duyuramayan, gücü elinden alınmış bir kadını;
tüm salonu ayağa kaldıran unutulmayacak performansı ile Nihal Yalçın gibi güçlü
bir kadının canlandırması. Sanki Nihal Yalçın, Leyla’yı yerden kaldırıp sımsıkı
sarılmış ve “Ben, senin sesin olacağım!”
demiş. Oyunda gerçekçiliği inşa eden unsur, Leyla’nın değişimi ve ruhsal
çöküşünün yansıtılma şekli. Öyle ki kimi zaman hayatını, kocasını ve ailesini
kabullenirken kimi zaman tamamen tükenmiş hissediyor. Kırılganlıkları ve
objeleşmiş bedeniyle, sizi onun hikayesine tanık olduğunuza inandırıyor. Leyla
kendini anlatırken toplumda kadın olmanın cezalarının olduğunu gösteriyor. Ve
tüm bu baskı olmasaydı, şayet özgür olabilseydi “Mecnun’un Leyla’sı da değil. Dümdüz Leyla olmak isterdim.” diyor. Oyundan
sonra başını yastığa koyup uyumak zorlaşıyor. Gözünü kapattığında aklına bir
sahnesi/sözü geliyor. Neden mi? Çünkü şu an bunu yaşayan kadınların olduğunu
biliyorsun. Leyla’nın; gördüğün binalardan birinde korktuğunu, tükendiğini ve
ölmek istediğini biliyorsun. Sonra zaman geçiyor. Sen yine bu gerçeği kafanda
gerilere atıyorsun çünkü öylesi çok daha kolay geliyor.
Antabus, müziğin
kullanılmadığı az dekorlu bir oyun. Bu özellikler oyuna durgunluk ve soğukluk
getiriyor. Böylece hayatında renkleri barındırmayan Leyla Taşçı ile uyum
sağlanıyor. Oyun ses tasarımı, ışık düzeni ve akışıyla Leyla Taşçı’nın
hikayesini odağa koyuyor ve Nihal Yalçın’a rolünü büyütmesi için gerekli
imkanları sunuyor. Antabus’un diyalogları bol bol trajikomik şakalar içeriyor.
Birçok seyirci büyük büyük kahkahalar atarken büyük bir sorgulamaya giriyor
insan. “Ben mi büyütüyorum? Gülünebilir sözler mi bunlar?” diye. Fakat
bazılarının gülebilmesinin sebebi ortada: Eşitsizlikler onlara maruz kalan
insanlar için gerçekler*. Yaşama ihtimaliniz olmayan bir kötülükten
bahsediliyorsa yani kafanız rahat ise siz de büyük büyük gülebilirsiniz
elbette. Fakat bilin ki yüzde yüzlük bir empati sergileyemiyorsunuz demektir
bu.
Eğer yaptığınız
şeyler bir yerlere değiyorsa, birilerinin sesi olabiliyorsanız ve insanları
sevmeyi/korumayı başarabiliyorsanız sonsuz bir sevgiyi hak ediyorsunuz. En
temel, en basit isteklerine sahip olmayan nice kadına üzülmenin ötesinde bir
şeyler yapan herkes saygıyı hak ediyor. Tam da bu sebeplerden Antabus’u tüm
gücümle kucaklıyorum. Bir şeyleri yanlış yaptığımız ortada. Kendimizi korumaya
çalışırken yardıma ihtiyacı olan insanlara sırt dönüyoruz. Ve biz sırt döndükçe
kendimizi korumamız zorlaşıyor. En önemlisi ise varlığımızın değerinin
bilincindeyken diğer insanların da değerli olduğunu göremiyoruz. Bizim
bilinçlendiğimiz, Leylaların ise dümdüz Leyla olduğu günler olsun!
*Uzun zaman önce izlediğim bir konuşmada bir
adam tanık olduğu bir diyaloğu anlatmıştı: siyahi bir kadın, beyaz bir kadına “Sabah
aynaya baktığında ne görüyorsun?” diye soruyor. Cevap “Bir
kadın.” oluyor. Bunun üzerine siyahi kadın “İşte sorun da bu ben siyahi bir
kadın görüyorum.” diyor. Diyaloğa tanık olan adam ise her sabah aynaya
baktığında bir insan gördüğünü
söylüyor. Eşitsizlikler, onlara her gün her saniye maruz kalan insanlar için
bir gerçek oluyor derken kast edilen tam da bu.
İçten gelen not: The Smiths-This night has opened my eyes
Yorumlar
Yorum Gönderme