AKCİĞER - BEN NASIL GÖRDÜM?
Hiçbir izinizin kalmadığı bir dünyayı hayal edin. Öyle
bir dünya ki sanki hiç var olmamışsınız bu düzenin içinde. Bu sizi ne derece
rahatsız ediyor? Benim için hiçbir anlamı olmayan bir düşünce olsa bile
sanırım hepimiz içsel olarak iz bırakma eğilimde yaşıyoruz. Nasıl çoğu zaman bilinmek
ve duyulmak istiyorsak varlığımızı kemikleştirme çabamız da ortada. Şüphesiz
kendinden bir parça bırakmak, dünyaya olan etkinizi daha uzun kılar. Peki,
sadece bu düşünceden midir çocuk yapma isteğimiz? Yoksa toplumun yapısı mı bize
bu isteği aşılıyor? Ve en önemlisi de tüm bu etkilerden sıyrılabilseydik yine
de ister miydik anne/baba olmayı? Önemli kararları rasyonel bir şekilde
çözmemiz gerektiğine inanıyoruz ama bazen bunu yapmak imkansız olabiliyor.
Düşüncelerin ve hislerin birbirine girdiği bir sorgulama çabasında Nergis
Öztürk’ün dediği gibi “Tamam hadi insan üretelim!” diyerek
cevaplayamıyorsun kafandaki soruları. Bugün sahnede Akciğer var. Büyük
ihtimalle benim olduğum gibi senin de korkularını, anlamsız bir anlamlandırma
çabanı ve cevapsız sorularını anlatıyor. Dekorsuz, zamansız ve olağan bir
diyaloglar dizisi sahnede bugün.
Salona girdiğinizde beyaz çizgiye basmayın uyarısını
alıp dikkatle yerinize geçiyorsunuz. Sonra Engin Hepileri ve Nergis Öztürk’ün
canlandırdığı çiftimiz de salona doğru geliyor. Bizim aldığımız beyaz çizgi
uyarısı onlara da yapılıyor. Bu, çiftin bizden uzakta değil bizden biri
olduğunun vurgusu. Oyunun güçlü yanlarından biri de benim için bu oldu:
Farklılık sandığımız şeylerin aynılığı. Öyle ki çoğu zaman sorguladığımız için
kendimizi daha özel, daha mantıklı ve belki de daha iyi bir insan olarak
tanımlıyoruz. Öteki yandan da insanların “kolayca” içinden çıktığına
inandığımız şeyleri neden başaramadığımızı anlamıyoruz. Akciğer sizi seyirci
koltuğuna oturtup konuştuğunuz/düşündüğünüz şeyleri dinlemenizi sağlıyor.
“Aynıyız! Resmen hepimiz aynıyız!” dedirtiyor. Genel olarak herkes için böyle
görülebilecek bir oyun demiyorum ama kesinlikle büyük bir kitlenin
düşüncelerini yansıttığına inanıyorum. Akciğer, bir çiftin nasıl nefes
aldığını, nasıl var olduğunu anlatıyor. Nergis Öztürk, dünyaya karşı sinirli ve
bireysel anlamda etik olma çabası içinde bir kadın karakterini canlandırıyor.
Engin Hepileri ise yönlendirilmeye ve sorgulatılmaya ihtiyaç duyan bir adam
olarak sahnede. İkili, çocuk yapma isteklerini sorgulamaya başlıyorlar. Bunu
istemenin yetersiz kaldığına inanıp kendilerine rasyonel sebepler bulmaya
çalışıyorlar. İklim değişikliklerinden, yarattıkları karbon izlerinden, iyiye
gitmeyen bir düzenden bahsediyorlar. Yeterince kaynak olmayan bir dünyada
gereğinden fazla insan varken bir çocuk yapmanın etik olup olmadığına karar
vermeye çalışıyorlar. Çoğu zaman cevapsız kalan sorulara kendilerini
rahatlatacak cevaplar arıyorlar. Bir yandan da kadın ve erkek figürü olarak
çocuk sahibi olmanın başka yüzlerini ortaya atıyorlar. Bu süreçte kaygılarının
ne kadar farklı olduğunu görüyoruz. “Gerçek” bir ilişkiyi tanıyoruz.
Rasyonel olmak için büyük çaba harcayan duygusal bir kadını hem yön
verdiği hem de onun zihinsel yorgunluğunu kaldırabilen bir adamla
görüyoruz. “Bazen suskunluğumu bir cevap sanıyorsun ama cevabım
olmadığından susuyorum.” diyecek kadar net bir dürüstlük ilkesi var aralarında.
Zihnindekileri paylaşmanın verdiği bir açıklık sanırım bana hissettirdiği şey.
Çift geçirdikleri dönemler değiştikçe yıpranıyor ve güçleniyor. Her
değişen süreçle psikolojik olarak kendimize karşı verdiğimiz mücadeleyi
görüyoruz.
Tüm bu sorgulamalar, önemli dönemler bir belirsizlik
düzeyinde yaşanıyor. Oyunun temasını Virginia Woolf’dan bildiğim bilinç akış
tekniğiyle uyuşturdum. Çift bir anda evde bir anda bir barda oluveriyor. Yıllar
bazen saniyelerden daha hızlı geçiyor oyunda. Düşüncelerin arasında dolaşıp
mekandan ve kostümden uzaklaşmanızı sağlayan bu teknik, hayatı
gördüklerimizle değil düşündüklerimiz ve hissettiklerimizle yaşadığımız
olgusunu aktarıyor. Bana göre oyunun en önemli noktası çiftin sürekli
sorgulamakta haklı olduklarını birbirlerine söyleseler bile sorgulamanın onları
güçlü hale getirmediğini ve sonuçların değişmediğini hissetmeleri. Doğru
olan yolu çizmek için büyük bir çaba verirken kendilerini aynı düzende
buluyorlar. Tüm sorgulamalarına karşın kendini bu kadar yormayan insanlardan
ayrışmadan aynı akıntının sonuna geliyorlar. Başında belirttiğim anlamsız bir
anlamlandırma çabası da tam olarak bu düşünce sisteminden doğuyor.
Bu oyundan ne kazandım? Çoğu zaman karşımıza çıkan
şeyleri evirip çevirip her bir yanıyla düşünüp yanımıza almak /orada bırakmak
istiyoruz. Ama düşünmek çoğu zaman bize istediğimiz cevapları değil başka
soruları doğuruyor. Sorgulamamak değil tabii ki çözüm. Sadece her şeyin bir
cevabı olduğu gerçeğinden vazgeçmeliyiz belki de. Kendimize bazı açık kapılar
bırakmalıyız. Duymak istediklerimize kendimize inandırmaya çalışmak yerine
kabullenmeliyiz belki de kendimizi ve istediklerimizi. En önemlisi
hissettiklerimiz ve düşüncelerimiz çelişiyor diye kendimizi suçlu
hissetmemeliyiz. Düşüncelere kapılmadan, yatakta saatlerce dönmeden kafamızı
koyduğumuz gibi uyuduğumuz günlerimiz olsun!
İçten gelen not: İletişimsizlikle ilgili yoğun bir
şarkı: Ben Howard-I Forget Where We Were
Yorumlar
Yorum Gönderme